Haber Sunuş Tarzıyla Hafızalarımızda Yer Alan Fatih Portakal
Haber sunuş tarzıyla hafızalarımızda yer eden FOX Haber anchormani Fatih Portakal ile gündem üzerine konuştuk.Muhalif gazeteci olarak tanınan Fatih Portakal çarpıcı açıklamalarda bulunarak GençTime’ın sorularını yanıtladı .
- Sunduğunuz Ana Haber programını halkımız ve gençler ilginç ve dikkat çekici bulmakta. Bu bağlamda, diğer ana haber bültenlerinden farkınız nedir?
Konuşan bir bülten yapmamız, en başta bizi farklı kılan. Haberin dışında kendi düşüncelerimi aktarmam ve karşı tarafın düşüncelerini aktarmasına imkân sağlamak, soru sormak ve twitter üzerinden sosyal medyayı kullanıp onların düşüncelerini de insanlara aktarmak…Bütün bunlara baktığımızda konuşan bir bülten ortaya çıktığını görüyoruz, bu milletin hoşuna gidiyor diğerlerinden farklı görüyor; çünkü diğerlerinde olmayan bir yapı.Yani, diğerlerinde sadece haber sunmak var.Geleneksel haber bültenlerinin dışına çıktığımız bir haber bültenidir Fox Haber.
- “Muhalif gazeteci kimliğinizle tanınmaktasınız” bu ülkede özellikle medya alanında, muhalefet etmek güç mü? Ve buna bağlı olarak Türkiye’de eleştirel gazetecilik nasıl sürdürülebilir?
Şuan için zaten eleştirel gazetecilik çok zor yapılıyor. Zaten gazeteci dediğimiz adam da muhalif yapıda olması gereken bir adamdır. Ama benim önyargılı bir muhalifliğim yok. Sadece düşüncelerimin tarafı oluyorum ben. Şimdiki durumda, eğer onu soruyorsanız, düşüncelerim, bugünkü hükûmetle ne kadar uyuşuyor, ne kadar uyuşmuyor, yani çok fazla paralel gitmediğini söyleyebilirim. En azından şu son uygulamalardan ve yaşananlardan sonra.Ama bu değildir ki, bu hükümet her şeyi kötü yapıyor.Hayır, iyi yaptıkları da var mutlaka; ama bunun yanında yapmadıklarınıda veya kafama uymayan taraflarını da en azından dile getirmek benim gazetecilik görevim.Ardından bunu vatandaşa aktarma görevi olarakda yorumlayabilirsiniz. Güzel bir söz var: “Siyasetçinin öpücüğü değil, tokadı olması gerekir.” Gazetecinin yanağında siyasetçinin tokadı bu şekilde olması gerekiyor. Eleştirel gazeteciliği en iyi noktada yapmak gerekiyor;şuanda Türkiye’nin şartları içerisinde yapabildiğimiz kadar ben ve belki birkaç kişi daha yapıyor. Onun dışında da, iktidarın yanında olmak veya güçlünün yanında olmak,sanki her zaman insanların işine geliyor gibi bir durum sözkonusu.
- Bir röportajınızda “Kendisinden çok şey öğrendiğinizi ifade ettiğiniz Mehmet Ali Birand gibi, ekranda ölmek istemiyorum” demişsiniz. Hâlbuki biz, mesleğini sevenler bu yolda kendini feda edenler diye biliriz. Bu cümlenizi nasıl anlamalıyız?
Hayır, o kadar değil. Herkesin bir zamanı var, herkesin bu işle ilgili bir düşüncesi var. Rahmetli Mehmet Ali abi öyle düşünüyor diye onu yermiyorum, o öyle düşünüyordu ,işini çok seviyordu. Hep ekranda ölmek isterim ben derdi; ama ben de işimi çok seviyorum;ancak ekranda ölmek istemiyorum. Daha farklı önceliklerim var.İleride belli bir aşamadan sonra, işin dışında daha farklı hobilere yönelmek istiyorum. Farklı şeyler. Mesela, sakin bir yaşantı ve aile gibi. Bunları gerçekleştirmek istiyorum. Herkesin düşüncesine de saygı göstermek gerekiyor. Belli bir süre sonra ekranlardan ayrılacağım lakin bilemiyorum süresini, 3 yıl ya da 5 yıl bilemem ama, çok uzun olmasını istemiyorum açıkçası. Daha hayatın keşfedilmemmiş yönleri var ve o benim için bunlar çok daha önemli…
Milli irade de sandıktan çıkar ama….
-Peki Türkiye’de darbeler döneminden bu yana hükümetlerin medyaya olan tavırları nasıldı ve şimdi YSK kararları ile medya nereye gidiyor?
Ülkemizde doğru dürüst hiçbir zaman demokrasi vardı herhalde denemez. Çünkü siyasilerin -genel olarak konuşuyorum-, şöyle bir geçmişine baktığımızda hep gücü elinde bulunduran maalesef bir kesime hitap etmiş. Yani, bütün toplumu kucaklayamamış ve diğer bir kesim ise sıkıntı içerisinde kalmış. Bu her dönemde varmış, bunu okuyoruz, yakın Türk Siyasi Tarihi kitaplarından, mecmualardan, internetten kurcaladığımızda orada buluyoruz. Bütün insanları kucaklayabilecek demokrasi, maalesef ülkede oluşturulamamış. Ancak şu görülmüş: Milli irade.
Milli irade de sandıktan çıkar ama, tamam da, daha sonra sandıktan çıkan irade insanları vazgeçilmez bir konuma taşımamalı. Veya insanlar üstünde ben en büyüğüm, ben olmazsam bu ülke yönetilemez, ben Türkiye için gelmiş en önemli fırsatım gibi düşünceler içerisinde olunmaması gerekiyor. Sadece sandıkta bizi yönetenleri seçiyoruz. Ama daha sonra demokrasinin bileşenleri var: İnsan hakları gibi, ifade özgürlüğü gibi, gösteri özgürlüğü gibi, özgür basın gibi bunların sağlanması gerekiyor. Yani, bu iktidar döneminde de gücü elinde bulunduran bir iktidar sözkonusu. Tamam, millet iradesiyle gelmişler, eyvallah; kimsede bir şey diyemez. Ancak millet iradesiyle geldin diye ötekileştirişi, ayrıştırıcı pozisyon içinde olunmaması gerekiyor. Başbakan bunu kabul etmiyor, tabi ki, her yapılan karşı adımı, her yapılan protestoyu ve her karşı söylemi kendisi için yapılmış en büyük tehdit veya siyasi iktidarının sonu için hazırlanmış bir senaryo ve darbe olarak algılıyor veya algılatılıyor kendisine.Özellikle yönetici konumunda olanların toplumu daha fazla dinlemesi, o balkon konuşmalarını hatırladıktan sonra,daha fazla tahammül,hoşgörü sahibi olmaları gerekiyor.Bu bir zihniyet meselesi.Demokrasi kültürü.
Bundan sonra gelecek olanların da bilemeyiz nasıl bir kafada olacaklarını.Hepsi muhalefete atıp tutuyor. Onu yapıcağız, bunu yapıcağız,özgürlüklerin önünü açacağız; ama maalesef ülkede iktidara geldiğin zaman herkes bir kalıp değiştiriyor. Herhalde o gücün sarhoşluğu içerisine giriyorlar. Benimeleştirim de zaten hep bu noktada. Bugün bu iktidar,geçmişte de o iktidarlardı. Bugün bu iktidar o güç sarhoşluğu içerisinde olan taraf.İlerde bu duruma düşebilecek, bu acizliğin içine düşebilecek diğer iktidarlar. Onun için sadece burada iktidarların isimlerini eleştiriyoruz.AKP olmuş,CHP olmuş,MHP olmuş fark etmez.Sadece güç sarhoşluğuna girip de insanların hayatlarını hangi görüşten,hangi inançtan,hangi yaşam tarzından olursa olsun dağıtmamaları, önemli olan.
-Yani bu çerçevede medya nereye gidiyor?
Elbette, her dönemde medya baskı altındaydı. Dedikya,her dönemde iktidar gazeteciliği vardı,güçlünün yanında olanlar kaybetmiyorlar.İktidarın karşısında olanlar, -benim gibi- eleştirelgazetecilik yapmak isteyen isimler eleniyor. Kalabilenler ayakta kalabiliyor. Her dönemde yaşanan şeyler bunlar. YSK da,geçenlerde programıma ihlalden dolayı durdurma kararı verdi.Orada benimde hatam olabilir,yapmışızdır. Ama Kılıçdaroğlu’nun röportajına denk gelmesi de manidardı. Bir hafta gecikmeli olsada, bu röportajı yayınladık.
”Twitter’ın ,Facebook’un kapatıldığı bu ülkede mi demokrasiden bahsedeceğiz?…”
-Başbakanın gerektiği takdirde “facebook, twitter ve youtube” gibi sosyal medya araçlarının kapatılabileceğini ifade etmesinin ifade özgülüğüne karşı etkisi varmıdır?
Ben tanımıyorum ama Başbakan’ın, zaman zaman agresifleşebilen,o anda gelinen soruya da anında cevap verebilen bir yapıda olduğunu düşünüyorum. Kendisi de,facebook’un youtube’un kapatılmaması gerektiğini herhalde düşünüyordur.
Çünkü Amerika’ya gittiğinde facebook’un merkezini bile gezmişti. Ben o an için söylenmiş bir cümle olduğunu düşünüyorum. Ya neyi kapatacaksınız ve yasaklayacaksınız! Sadece kategori düşersiniz. Böyle bir şey yaptığında Çin’le, Kuzey Kore’yle, İran’la aynı kategoriye gelmiş oluyoruz. Bu ülkede mi demokrasiden bahsedeceğiz?Böyle bir şey söz konusu olabilir mi? Cumhurbaşkanı da orada bir açıklama yaptı,“böyle bir şey söz konusu bile değildir; o an için söylenmiş bir söz olabilir” dedi.Siyaseten söylenmiş bir söz olduğunu düşünüyorum.Başbakan siyaseti iyi yapanlardan. Birçok malzemeyi kullana bilenlerden. Siyaset amacıyla,siyaset adına bu araçları kullanan politikacıların başında geliyor.Yani, 21. Yüzyılda 2014 dünyasındainsanlar yine başka bir şey bulur veya erişimi kolaylaştıracak başka formüller geliştirilir.Dünyadan soyut yaşayamıyoruz, artık sanal anlamda sınırların kaldırıldığı bir dünyadan bahsediyoruz. Onun için mümkün görünmüyor ama, çok kafası bozarsa da başbakan yapabilir. Ama bu da keyfiliktir.
Başbakan daha önce Fethullah Gülen ve Devlet Bahçeli için “çocukları yok” diyerek eleştirmiş ve siz de “anlayamazsınız, eşimi ağlatmaya ne hakkınız var” demiştiniz…
- Bir Başbakan’ın miting alanlarından çocuğu olmayan insanlarla ilgili o sözleri sarf etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bazı şeylerin siyasete alet edilmesi,-çoluklu çocuksuz- kimi aileleri üzüyor. Bizim ailemizi üzdüğü gibi. Evet, bizi kastetmediğini biliyorum, ama bazı şeyleri siyasete karıştırmamak gerekiyor. Ne gibi? Aileler gibi. Ne gibi? Çocuklar gibi. Ne gibi? Din gibi. Ne gibi? Hassas olan kutsal değerler gibi. Ama meydanlara çıkıldığında dilin kemiği yok tabi.
- Son günlerde ortaya çıkan ve ALO Fatih Hattı olarak gündemde yer alan Başbakan’ın medya yöneticilerinden istediklerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz de ALO Fatih hattı var mı?
Ben bir gazeteci olarak değil, bir vatandaş olarak değerlendirdiğimde; Vatandaş Fatih Portakal olarak, yani bu konuda aslında şöyle düşünüyorum:“Vay be, Başbakan özel bir TV’yi arıyor orada yönlendirmeler yapıyor, artık her şeye karışan bir Başbakanımız var, sadece o değil, spora karışıp sporla ilgili kararlar da aldırabiliyor.”Yani gazeteyle kalsa iyi, vatandaş olarak böyle düşünüyorum.Ancak bir gazeteci kimliğimle düşündüğümde ise durum çok vahim. İlk ismi tanımam, diğer isim bir gazetenin genel yayın yönetmeni ve yıllardır göz önünde olan bir kişi. Yani üzücü,alçaltıcı ve onur kırıcı bir durum. Son ses tapelerinde artık kimse inkar etmiyor, ama bu durumu hazırlayanlar da bir şekilde oraya gelmişler ve bunun diyetini ödüyorlar.
Aslında böyle kurmalı şekilde geldiğinizdeyada böyle birileri tarafından atanarak geldiğinizde ister istemez karşı tarafa geldiğiniz veya size destek sağlayan grubun diyetini ödemek zorunda kalıyorsunuz. Bu kimi zaman şirket oluyor, kimi zaman kişi oluyor, kimi zamanda böyle başbakan oluyor. Ondan sonra da zaten ismi zedeleniyor. Önemli olan meslek mi? koltuk mu ? kazandığınız para veya onurunuz mu? Tabi ki, birinci onurunuz ve ikinci derecede meslek. Yani şimdi ne olduğunu hissedemiyor belki o kişiler ama, ileride tarih bugünleri yazdığında maalesef kayıtlara isim olarak değil de, Alo Fatih olarak geçen isimler için üzücü bir durum. Allah kimseye yaşatmasın.
-Sizde Alo Fatih var mı?
Hayır,biz de yok, olmadı. Bazen röportaj yaparken ilk önce soru pazarlığına girenler var. Tabi, bende soru pazarlığına kesinlikle girmiyorum.Zaten gazeteci adam sorar,gazeteci dediğimiz kişilik sormakla mükelleftir, alt etmekle mükellef değildir. Muhalefet olmakla mükellef değildir.Muhalif olmakla muhalefet arasında çok büyük bir fark vardır. Gazeteci adamın görevi ilk önce merak edip soru sormaktır. Cevabını aldığı zaman onun kararını seyirci verecektir. Benim için onurdur,mesleki anlamda lekesiz bir isim olmaktır.
Tebessüm ederek, zaman zamanda vah vah diyerek dinliyoruz…
- Yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra ortaya dökülen ses kayıtları sadece sosyal medyada yer alıyor. Sizce bu ses kaydı sızdırmalarını yapanlar amaçlarına ulaşabiliyorlar mı?
Seçime bağlı. Seçimlerde 30 Mart gösterecek. O ses bantları içerisinde legaller var, illegaller var. Legalleri de, illegalleri de yayınlayamazsınız aslında. Legal dediklerimiz tapeler, devlet tarafından özellikle dinlenmiş bir soruşturmadan dolayı mahkeme izniyle dinlenen kayıtlar. Neden dinleyemiyoruz? diye sorduğumuzda soruşturma dosyası şuanda. Bir iddianame hazırlansın, eğer o iddianame içerisinde bu ses tapeleri varsa, o zaman kullanabiliriz. Bir de iddianame hazırlandıktan sonra kabul edilmesi gerekiyor, kabul edildikten sonra ancak biz bu ses tapelerini kullanabiliriz.
Bunun dışında kullanmak legal olsa dahi, şuanda bir soruşturma dosyası olarak devam ettiği için, bir suç zaten legal yada illegal tamamen suç. Kimin dinlediğini, nerede dinlediğini, arkasında hangi güçlerin olduğunu bilmiyorsunuz. Birileri sizi dinlemiş, belki şuanda da ortam dinlemesi yapılıyor, benimle birlikte siz de yanıyorsunuz.:) Bunun için illegal bir durum esas olarak bunların ortaya çıkarılması gerekiyor? Kim dinliyor, bunun arkasında kim var? CIA mi, Cemaat mi,MOSSAD mı? Kimdir bunlar? Devletin içerisinde başka bir devlet mi var, paralel yapı mı? Yani ikisininde dinletilmesi suç aslında.
Bizler sadece sosyal medyada yayınlanıyor, dinliyoruz; ama biz ekrana getiremiyoruz çünkü yaptırımı var.RTÜK ceza kesti; mesela Samanyolu ve CNN gibi, bildiğim kadarıyla. Bizde hayret veren bir şekilde zaman zaman tebessüm ederek, zaman zamanda vah vah diyerek dinliyoruz. Ama hiç kimsede gördüğüm kadarıyla yalanlamıyor, hepside gerçek herhalde.
- Yerel seçimlere bağlı olarak Adayların sosyal medyayı kullanmalarını nasıl buluyorsunuz? Sadece sosyal medyadan propaganda yapmak yeterli mi sizce?
Tabi ki, yeterli değildir. Sosyal medyada, birçok kesime ulaşabiliyorsunuz, ama geleneksel yöntemleri de unutmamak lazım siyasetçiler için. Siyasetçi dediğin böyle olması gerekir; yüz yüze ilişkiler, ev ziyaretleri, mitingler, afişler, esnaf ziyaretleri vs. Bunlar geleneksel, ama sosyal medyada da bulunmak gerekiyor.
Twitter, facebook, instagram gibi hesapların kullanılması gerekiyor. Bu sizin Dünya’yla ne kadar barışık olduğunuzu gösterir veya teknolojiye ne kadar açık olduğunuzu gösterir. Ne kadar özgürlükçü olduğunuzu dahi gösterir. Yapmış olacağınız yorumlar bence liderlerin danışmanları aracılığı ile değil,kendileri tarafından bizzat kullanılması gerekiyor.
Balkon konuşmalarının gereği yapılmalı …
- Önce Arap Baharı ardından Suriye krizi ve şimdi de Ukrayna ve Kırım’ın durumu ortadayken Berkin Elvan’ın hayatını kaybetmesinin ardından ortaya çıkan gergin süreçte Burakcan’ın hayatını kaybetmesine sebep olan olayları nasıl okumalıyız?…
Türkiye de görünmeyen bir el ortalığı karıştırmak mı istiyor?
Hep bir şeylere bahane buluruz biz; görünmeyen el veya derin güç ve yine birileri düğmeye bastı gibi. Yahu, o zaman bulun çıkartın kardeşim o derin güç kimse. Bulun çıkartın! Burada iki yol var: İktidara yakın gazeteciler derin güç dediklerinde Amerika’yı işaret ederler, İsrail’i,ya da Fethullah Gülen’i. Hatta başbakan “neoergenekon” diye yeni bir tabir kullandı; sanki birincisini hallettik de ikincisi çıktı başımıza. 3 -5 güne onlarda serbest kalabilir yani. İkinci yol iktidarın tamamen zıddı olan insanlar.Onlarda, bunları kimilerinin devlet eliyle yaptırıldığını düşünüyorlar. Sokaklar gergin benim gördüğüm kadarıyla. Maalesef çocuklar ölüyor, öldürülüyor.Bir polis de daha sonra şehit düştü. Burada ben sorumluluğun iktidar da olduğunu düşünüyorum.Çünkü ülke yönetiminden tek başına sorumlu bir iktidar var ve yüzde 50’lik bir oy oranıyla var. Burada başbakanın söyleyeceği söylemlerin AnaMuhalafet ve diğer muhalefet liderlerinden daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Ancak Başbakan’ın söylemlerinin daha sert olduğunu görmekteyim. Tansiyon düşürücü olma noktasında, Ak parti içerisinde de ayrılmalar var. Burada Suat Kılıç’a ve Bülent Arınç’a bakıyorsunuz; öldürülen gençler için başsağlığı dilerken, Başbakan terörist ilan edebiliyor. Onun için bir rahmet dahi okumak istemiyor. Burada İktidar’ın balkon konuşmalarının gereğini yapması gerekmekte. Ama burada çok sert söylemlerde bulunan bir Başbakan ve ona aynı üslupla karşılık veren muhalefeti de eleştirmek gerekiyor. Burada sorumluluk bence hükümette ve Başbakanda. Çünkü ülkeyi yöneten onlar.
Tansiyonu düşürecek,insanlara moral verecek, sokakları rahatlatacak olanlarda yine iktidardır. Ancak zıtlaşma söz konusu. Bu zıtlaşmada asıl tansiyonu düşürecek Başbakan diye düşünüyorum ama, Başbakanında hal ve tavırlarını biliyoruz,vermiş olduğu kararlarda geri adım atmak istemeyen bir kişi. 30 Mart sonrası zor günler bizi bekliyor gibi. İnşallah yanılan ben olurum. Ardından gelen cumhurbaşkanlığı seçimi ile anlaşılan kolay bir süreç olmayacağıdır.
-Sizce İstanbul’u kim hak ediyor Sarıgül mü Topbaş mı?
Bence Topbaş alır, önde gözüküyor ve iktidar İstanbul’u kaybetmek istemez. İktidar İstanbul’u almak için tüm imkânlarıyla yüklenecektir,çünkü önemli bir merkez. Kadir Topbaş’ı biraz olsun tanıdığım için demokrat bir insan olarak görüyorum. Dikkat ederseniz, Topbaş değil, Başbakan İstanbul’u almak için yükleniyor. Bunun dışında Sarıgül güçlü bir rakip. Ak parti iktidarını, İstanbul’da en çok zorlayabilecek isimlerden .Lakin 4-5 puan farkla, sanki Topbaş alır gibi geliyor bana.
- AKP’nin Ergenekon tahliyelerinde tavrına karşı yorumunuz nedir?
AKP burada üstündeki yükü azaltmak istiyor. Şöylr bir eleştiri var: “Bu operasyonlar kimle yapıldı? Ak parti ile cemaat operasyonu, kol kola girerek yaptılar.” Ak partide ne diyor: “Yav, biz safmışız bizi kandırdı cemaat.” 17 Aralığı da bu şekilde insanlara lanse ediyor. Önceki açıklamalara baktığımızda hükûmet kumpas olarak değerlendiriyor; ama bunu zaten yapmak zorundaydı ki, en azından tüm sorumluluğu paralelin üstüne atmaktı. Çünkü biz safmışız dedi Başbakan. Eğer bunları yapmasaydı zaten, o zaman şöyle derdi insan: Yahu sen, 17 aralık için paralel diyorsun onun karşısında yer alıyorsun, ama Ergenekon 2007 2008’de başlayan balyozlar, Poyrazköy’ler, İzmir’deki diğer dosyalar… bunun diyorsun, cemaatle birlikte hükûmet de vardı içinde. O zaman kendini sıyırmak zorundasın,o halde, asıl mesele nedir? “Hayır, onlar bizi paralel yapıların savcıları ve hâkimleri olarak kandırdılar; biz maalesef ordunun aydınlarını içeriye attık, ordunun komutanları, aydınları,gazetecileri içeriye attık, bizi maalesef kandırdıkları için tuzağa düştük”, demek için olma ihtimali çok yüksek.
Şimdiye kadar aklınız neredeydi? diye sorarlar. 10 yıllık tutuklama süresini 5 yıla indirdiniz. Şimdiye kadar aklınız neredeydi? Peki, neden şimdi? 17 Aralık’tan sonra indiriyorsunuz diye de bu soruların sorulması gerekiyor. Tabi, Başbakan onlardan teşekkür bekliyor; ama teşekkür etmezler kardeşim, adamlar 6 -7 yıldır içerde. Yani,hükümet şu anda bütün her şeyin sorumlusunu, paralel yapı altında Gülen’i göstermek istiyor. Bu Ergenekon’cuların dışarıya çıkarılması ile ilgili, hükümet üzerindeki kötü imajı silip tüm suçun sorumlusu bak ben değilim, aslında “Gülen’dir” dedirtmek için olduğunu düşünenlerdenim ben. Tabii, buna millet inanır mı, bilemem.
- Ekranlarda haber sunuş tarzıyla hafızamızda yer eden Fatih Portakal’ın Ali Kırca, Mehmet Ali Birand, Uğur Dündar gibi duayenlerin koltukta bıraktıkları boşluğu doldurmaya çalıştığınız söylenmekte, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Doğrusu, saydığınız isimler, 30 -40 yıllık tecrübeleri olan isimler. Ben daha 5 aydır o koltuktayım. Şuanda onların tırnağı bile olamam. Bir Mehmet Ali Birand, bu ülkede kolay yetişmiyor. 45 yılını bu işe vermiş bir adamdan bahsediyoruz. Bir Uğur Dündar, Ali Kırca hakeza öyle. Benim şimdi reytinglerim güzel, 10 numara anchorman’im mi diyeyim? Ben o İngilizce kelimeyi de kullanmıyorum, “haber anlatıcısı” diyorum kendime. Burada “ben onların koltuklarını doldurdum” demek, onların şahsiyetlerine hakaret ve ayıp olur.Belki birkaç sene sonra biraz daha o koltuğu doldurduğumu hissettiğimde, yapmış olduğum Türkiye’nin trendleri programı biraz daha yerleştiğinde döner bakarız o zaman, hakkını veriyor muymuşuz,vermiyor muymuşuz? Ama şu şöyle: Oboşluğu doldurmaya çalışıyorum dikkatederseniz.Bilinenlerden farklı bir haber konsepti yapıyorum: o da benim tarzımla hazırlansın diye,interaktifbir haber bülteni.
-Son olarak, genç gazetecilere tavsiyeleriniz neler olur?
İnsan ilişkilerinin iyi olması , yeteneğin olması ve ekranın şımartmaması gerekiyor. O büyüye kapılmak sakıncalı.Genç gazeteci, kibirli olmamalı, nerden geldiğini ve nereye gideceğini iyi bilmeli bu çerçevede kalıcı ve başarılı olabilirler…
GençTime adına teşekkür ederiz.
-Ben Teşekkür ederim.Başarılarınızın devamını diliyorum.
Aişe Hümeyra /GençTime
Yorumlar
Yorum Gönder