Koray Demir ‘e Sorduk Neden Yönetmenlik ?

15 yıldır yönetmenlik yapan  Koray Demir’le Fundamenta Dergi adına çok keyifli bir hasbihal gerçekleştirmiştik..Sizler için Genç Time’da paylaşmaktayız..

ko-Kâbe’de 1 milyon kişinin aynı anda ibadet etmesini sağlayacak tavaf alanının genişletilmesini içeren dev projenin belgesel filmini hazırlayan Koray Demir ‘e sorduk neden yönetmenlik?
 -3 farklı üniversite deneyiminden sonra birçok meslekte gidip geldim. Ve en sonunda yapabileceğim işin bu olduğuna karar verdim. Herkesin Yeryüzüne gelişinin bir gayesi var, herkes birbirinden farklıdır parmak izleri gibi, her insanın farklı özellikleri vardır. Bazılarında var olan diğerlerinde olmayabilir. Kimisi düz çizgi çizemezken, kimisi 5 dk. içinde tablo oluşturabilir. Ben hikâye anlatan ve hikâyeleri olan bir adamım. İnsanlar bana gelip varmak istedikleri yeri söyler ve bende ruhumdan üflemeye çalışırım. Bana göre boş bir kâğıdı şekillendiren de o dur. Bir şey kamerayla anlatılacaksa ben oradayım. Reklam filmi, dizi, belgesel, kamerayla anlatılabilen ne varsa hepsini yapmaktayız, fakat bütün bunlar sadece bir sinema filmi yapabilmek için yapıyorum. 
 -Neden Sinema filmi?
Bir sözüm, bir hayalim var, temel mesele bu. Bir hayalim var ve bu hayalimi aktarma sözüm var; yoksa yaşayamam, buna olan umudum beni yaşatıyor.
 -Yönetmenliğe nasıl başladınız?
 Hızlı gençlik yıllarından sonra 28 yaşında sinema/TV mezunu oldum. Hayata atılmak için ne yapabilirim dedim ve bir hedef belirledim. Birilerin beni farketmesi için ne yapılamaz deniyorsa onu yapmalıydım ki insanların beni fark etmesini sağlayabileyim. Önce hayatın realitelerini kabul etmek lazım. O zaman derlerdi ki bir öğrenci uzun metrajlı bir film yapamaz. Ben de mezun olurken o günün şartları ve imkânlarıyla Kayseri’de uzun metrajlı bir film yapmaya karar verdim. Bir tiyatro grubunun bütün oyuncuları ile birlikte -ki grubun liderine başrol vererek tüm grubu elde ettim :) -, okuldan kurgu makinalarını kaçırarak herkesin kısa film yaptığı 6 gün içerisinde ben uzun metrajlı bir film yapmayı başardım. İkinci aşama ise bu filmi sektörde tok olan birinin izlemesi ve fark etmesi lazımdı. Bir gün Sinan Çetin’in bir ropörtajını gördüm ve olanlar oldu. Film de bir sürü hata olmasına rağmen beğendi ve hiç asistanlık yaptırmadan direk yönetmen olarak işe aldı.
 ***

Reklam Filmi Bir Deney Sahası

Sinan Çetin iki hafta sonra ilk reklam filmimi verdi, fakat ben itiraz ederek, bir sinema filmi için buraya geldiğimi belirttim. Bana fena bir sağ kroşe çaktı, demişti ki; “Sinema filmi yapmak para harcamaktır. Başkalarının parasını  harcamak için ilk önce paranın nasıl kazanıldığını öğrenmen lazım. Önce reklam çekeceksin, reklam filmi çekmek senin için bir deney sahası olacaktır.”
 Bu çok önemli bir nokta. Sinema sanatı diğer hiçbir sanata benzemeyen, parasız yapılamayan tek sanattır. Sinema sanatı için paraya, zamana ve insana ihtiyaç vardır. Diğer sanatlar gibi bir yere kapanıp kendi başınıza üretemezsiniz.
 k
-Peki, daha önce gerçekleştirdiğiniz Kur’an Filmleri gibi başarılı bir çalışmanız var, Kur’an videoları daha önce yapılmamış bir proje, böyle bir fikir nasıl oluştu?
 TRT ile bir proje gerçekleştirmek istedik. “Kur’an’la ilgili insanların iletişimini sağlamak için görsel bir şeyler yapmak istiyoruz, ne yapabiliriz?” derken bu projeyi aldım, üzerinde çalıştım ve beğenildi, ama buna fetva lazımdı. Amaç, 3 dk.  boyunca görsel olarak bir şeyler anlatıp insanları ana kitaba sevk eden bir film çalışması yapmaktı.  Diyanet İşleri Başkanı sayın Mehmet Görmez sağolsun tam destek verdi. Fakat bir şartı vardı. Ayetlerle görseller arasında bir benzerlik, çağrışım olmamalıydı. Sadece backgroundlarla görsel bir keyif oluşturarak, insanların ayetle ilişkini artırmak, ayetlerin okunurluğunu arttrımaktı amaç. 2008′de başlattığımız bu projeyi hala geliştirmeye çalışıyoruz. Bürokratik nedenlerden dolayı proje gelişemedi, 10 dile çevirdik. Nasıl bir tepki vereceğini bilmeden Kur’an Filmlerini Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf El Kardavi’ye de izlettik. Fetva onayını ve desteğini de aldıktan sonra projemizi geliştirmeye devam etmekteyiz. Malesef hala emekleme seviyesinde, daha önce de belirttiğim gibi film yapmak bazen gezegenlerin aynı çizgiye gelmesini gerektirir.

-Aynı zamanda Kâbe’de Tavaf alanının genişletilmesini içeren projenin  ”Kutsal Mescid‘in İnşası”  belgeselini hazırlamaktasınız. Çalışmalar nasıl gidiyor?
 Proje sadece Mekke’de gerçekleşen bir çalışma değil, aynı zamanda 20′den fazla ülkede takip ediyoruz. Gelecek nesillere çözüm oluşturması amacıyla bazı teknolojik yenliklerin ilk defa kullanıldığı, gelecek nesillere de çözümler sunacak olan bir çalışma.
2 milyondan fazla insanın aynı anda aynı mekanda saatlerle hatta günlerle ölçülen zaman dilimlerinde bulunduğunu düşünün.  Bütün bu insanların rahatça ibadet edebilmesini sağlamak için tasarlanan bir binalar kompleksi bu. Şu anda dünyadaki en büyük inşaat faliyeti.
 ***

İnsanlar kendi tarihleriyle hesaplaşmadan karakterlerini inşa edemezler.

 Walter Benjamin’in Storyteller (Hikâye Anlatıcısı) makalesinde hikâye anlatıcısından söz eder. Hikâyelerin ileriki kuşaklara aktarılmasında sözlü kültürün önemine vurgu yapar. Belgeselcilik bu sözlü kültürün sinemaya yansıyan biçimlerindendir.

-Bunun üzerine sizler belgeselcilikten ve projelerinizden bize biraz bahseder misiniz?
 Şuan üzerinde çalışmakta olduğumuz kırılma evrelerini anlatan birkaç projelerimiz var. Bunlardan birincisi 1876′le 1926 evresini içeren 5o yıllık dönemi anlatıyor. İkincisi ise Hz.Peygamberin vefatından Hz.Hüseyin’in şehadetine kadar geçen süreci içeren ilk kırılma. İnsanlar kendi tarihleriyle hesaplaşmadan karakterlerini inşa edemezler, bu tarihi süreçleri, kavrayamazsak hiçbirimizin karakteri tam ve doygun olmayacaktır. Yeni ve doğru bir medeniyet inşa edemeyiz, bana göre bu iki dönemle hesaplaşmak için anlamak/anlatmak zorundayız…
 ***

Tarih Gerçek Yaşanmışlık Örneğidir. Kendi kırılma evrelerimizle yüzleşmeden kendi davranışlarımızı düzeltemeyiz.

 Ben yönetmen olarak sadece film çekmiyorum aynı zamanda tüm bu dönemleri derinlemesine araştırıyorum.  Gerçeği arıyorum. Bizimle ilgili yazılmış bütün eserleri araştırmaktayız. Malesef tarih yazıcılığımız kendi komşularına sağır bir yazıcılıktır. Fransız, İngiliz kaynakları derken, Bulgar, Yunan kaynaklarından hiçbir zaman bahsetmeyiz. Hâlbuki yüzyıllarca birlikte yaşadığımız bu insanlardı. Olaylar olduğunda da, herşey bittiğinde de buradaydılar. Bu insanları  da dinlemeden, yazdıklarını okumadan doğruyu bulamayız. Tüm bu araştırma ve birikimlerimizi sinema filmi dışında aynı zamanda belgesele ve kitaba dönüştürmek için de çalışmaktayız.
 Yapımı iki buçuk yıldır süren Türk Derin Devleti Tarihi isimli belgeselimiz Al Jazeera’da yayınlanacak. 

-Sinema, Türk insanı için neyi tarif eder? Yapımlar hak ettikleri ilgiyi görüyor mu? Sinema salonları ticari kaygı gözettikleri için sanat filmleri bu kaygıya takılmaktadır. Sanat filmleri bu türden kaygılar yüzünden geri plana itilmekte ve üretimde kısırlaşmaya neden olmaktadır. Sanat filmlerine bir ayrıcalık tanınması muhtemel mi?
Her filmin mesajı vardır ve bana göre filmlerde fake hareket yapamazsınız. En bilgisiz seyirci bile her türlü sahteliği anlayacak bilince sahiptir. Çünkü filmler gerçek yaşamın imitasyonu ve bazende ta kendisidir, hatta daha da ötesidir. İzleyiciler de her şeyin farkında ama insanların bazı şeylere karşı gelecek gücü yok. Bizler film izlemek için Sinemalara geliriz. Para ödeyerek karanlık salonlara gireriz. Peki, neden? Bir kez olsun bir şeylerin yolunda gittiğini görmek için.
 ***

Karanlık salonlarda masumiyetimizi arıyoruz.

 Bir kez olsun erdemli olabilmek, inançlarımızı ayakta tutabilmek için gidiyoruz sinemaya. Biz karanlık salonlarda masumiyetimizi arıyoruz. Ben böyle bakıyorum meseleye ve masum dönemlerimize olan özlemlerimizi aradığımızı düşünüyorum. Her şey ve her yer bu kadar iğdiş edilmişken insanların karanlık salonlara gelip bir an olsun kendisini iyi hissetmesini sağlamak ve salondan yüzünde genişleyen bir tebessüm ve göğsünde kabaran bir gurur duygusuyla ayrılması kötü müdür? Kimilerince evet. Çünkü bu kaçış sinemasıdır. Bu lafı duydukça hemen aklıma J.R.Tolkien geliyor. Yüzüklerin Efendisi serisini yayınladığında ve kitap hızla insanlara arasında yayıldığında, “Bu yaptığınız kaçış edebiyatı değil mi?” diye soranlara verdiği nefis bir cevap vardır. “Evet” der Tolkien, “ kaçış edebiyatı; ama kaçış yalnızca gardiyanları korkutur!” Okuyucusunu tanıyan ve onun huzur arayışına kendince cevap vermeye çalışan bir yazar tarafından verilmiş tarihi bir cevaptır bu. Benim için iyi filmler cennetten atılan taşlar gibidir. Küçük taşlardır onlar, biriktirilmesi gereken. Bu sebepten sanat sineması, ticaret sineması gibi ayrımlara kökten karşıyım.
İşte sanat insanın içine sokulduğu bu amansız cendereden çıkabilmek için tutunduğu dallardan biridir. Çıkmanın mümkün olmadığını gördüğünde ise ruh ve beden hayatta kalmak için dirence geçip hayal dünyasına yönlendiriyor insanı. Peki, bu uyuşturucu mudur? Uyuşturucu, bir insanın, hayata yeniden sarılıp erdemli bir insan olmak için bir kez daha denemesini sağlayamaz. Ama iyi bir film tüm bunları yapabilir. Seyirci, işte kendi masumiyetini ona yeniden kazandıracak olan böyle filmlerin peşindedir. Ve karanlık salonlara bu sebepten gider.

-Türk dizileri bir marka haline gelebildi mi? Türk Dizilerinin Dünyadaki yerini nasıl yorumluyorsunuz? Birçok ülkeye dizi ihraç ediliyor.
Türk dizi sektörü dünyanın her yerinde kabul gören bir sektör. Gittiğim tüm ülkelerde bunu görüyorum. Tam bir endüstiri haline de gelmiştir ki, bu sayede yeni ve birbirinden bağımsız eseler verebilen zengin bir yapı olarak her geçen gün büyümeye devam ediyor. Sinemadan beslendiğini söyleyemeyiz. Fakat sinema yapma isteğiyle beslenen bir sektördür. Sinemamız endüstrileşemediği için büyüyememekte. Çünkü endüstri olmadan filmler yapılamıyor. Şu anda taşıma suyla dönmekte; ancak endüstri oluştuğu zaman, biz bir Türk sinemasından bahsedebiliriz.
Aişe Hümeyra/Fundamenta Dergi-Genç Time

Yorumlar

Popüler Yayınlar